“`html
T24 Haber Merkezi
DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Grup Toplantısı sırasında dikkat çekici açıklamalarda bulundu.
Bakırhan’ın konuşmasından öne çıkan noktalar şu şekilde sıralanıyor:
“Sevgili arkadaşlar, yarın Madımak Katliamı’nın yıl dönümünü anıyoruz. Bu trajedi, sazın, sözün ve türkünün alevlere karşı direnişine tanıklık ettiğimiz bir derin acı olarak hafızalarımızda yer etmiştir. Bu benzeri görülmemiş katliam, bizlere ayrımcılığın ve nefrete dayalı eylemlerin felaket boyutlarını göstermiştir. Yangın, yalnızca bir binayı değil, aynı zamanda bu ülkenin kardeşçe yaşama umudunu da yok etmeye çalışmıştır. DEM Parti olarak, yarın düzenlenecek anma etkinliğine katılacağız. Unutulmaz canlarımızı bir kez daha hatırlayacak ve adalet arayışımızı güçlü bir şekilde dile getireceğiz. Çünkü bu mücadele, insanlık onurunu savunmak adına verilmektedir. 2 Temmuz’da yitirdiğimiz şairlerimizi, ozanlarımızı ve canlarımızı en içten duygularımla anıyorum.
Sevgili arkadaşlar, ülkemizin dört bir yanında ormanlarımız yangın tehlikesiyle karşı karşıya. Aydın, Muğla ve Bursa gibi çeşitli şehirlerde dramasal boyutta yangınlar meydana geldi; İzmir ve Hatay’da da alevler hala devam ediyor. Orman yangınlarıyla ilgili yıllardır gerekli önlemlerin alınması gerektiğini ifade ediyor, Meclis’te bu konudaki çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Ancak, günümüzdeki gelişmeler, bu uyarıların dikkate alınmadığını ve yaşanan felaketlerin dikkatsizlik sonucunda oluştuğunu ortaya koymaktadır. Sorumluların bir an önce belirlenip, gerekli yaptırımların uygulanması gerekmektedir. Bizler, nerede olursa olsun, bir tek ağacın bile sesi için mücadele etmeye devam edeceğiz.
Dünya, büyük bir dönüşüm sürecinden geçiyor. Uzun zamandır süregelen bir uyarı var: Üçüncü Dünya Savaşı’nın eşiğindeyiz. Artık bu gerçeği uluslararası platformda konuşmaya başladık. Bugünkü kapitalist modernite; ulus-devlet, endüstriyalizm ve kapitalizm üzerine inşa edilmiştir ve ancak bu yapı, çıkmaza girmiş durumdadır. Çözüm, savaşta aranıyor. Kapital, silah satışları üzerinden büyümeyi hedeflerken, enerji yollarıyla kendine nefes aldırmaya çalışıyor. NATO’nun 2025 Zirvesi’nde alınan kararlar, yaklaşan bir dünya savaşının ayak seslerinin duyulmakta olduğunu açıkça göstermektedir. Milyonlarca insan açlık ve işsizlikle boğuşurken, temel hak ve özgürlüklerin askıya alındığı bu dönemde, NATO ülkeleri askeri harcamalarını milli gelirlerinin yüzde beşine çıkarmayı planlıyor. Ancak dünya güvenliği, daha fazla silah yerine adaletle; daha fazla bomba yerine demokrasiyle sağlanabilir.
Bugün Ortadoğu, dünya savaşının izlerinin en belirgin şekilde hissedildiği bir coğrafya olarak öne çıkıyor. Soğuk Savaş sonrası dönemde yaşanan bu mücadeleler, bölgede yeni bir düzenin dayatılmasına neden olmaktadır. Gazze’den Tahran’a, Kiev’den Şam’a kadar süregelen savaş ve yıkım, tamamen tesadüf değildir. Kapitalist sistem, krizi savaşlarla ve silahlara yansıtmaktadır. Dünya sisteminin değişim arayışları en belirgin şekilde Ortadoğu’da kendini göstermektedir. İran ile İsrail arasındaki çekişme, bölgesel dengeleri köklü bir şekilde etkilemektedir. Suriye’deki çatışmalar, Irak’taki istikrarsızlık ve enerji koridorları üzerindeki rekabet, birbirleriyle etkileşim halindeki dinamiklerdir. Hint-Avrupa Enerji Koridoru Projesini anlayarak, dünya siyaseti ve Ortadoğu’daki gelişmeleri doğru değerlendirmek gereklidir. Bu proje, Batı’nın enerji ihtiyaçlarına yanıt vermeyi hedefleyen emperyal bir enerji hatıdır. Bunun için jeopolitik dengeler sarsılmakta; her sarsıntı ise milyonlarca insanı acı, yoksulluk ve ölümle karşı karşıya bırakmaktadır.
7 Ekim sonrasında İsrail’in attığı adımlar, bu küresel hegemonya mücadelesinin enerji hatları bağlamındaki boyutunu net bir şekilde gözler önüne sermektedir. Bu “problemli” bölgelerde gerçekleştirilen müdahaleler, şimdiye kadar halklara huzur getirmemiştir. Ortadoğu, bitmek bilmeyen çatışmalar ve etnik-dini gerginliklerle demokratik bir birlik ve özgür yaşam vizyonu arasında kritik bir eşikte durmaktadır. Biz, bu bölgede demokrasi ve özgür yaşamı inşa etme arayışındayız. Yüzyıllık katı ulus-devlet anlayışının yerine, üçüncü bir yolun gerekliliğini savunmaktayız. Halkların özgürlüğü ve güvenliği, ulus-devlet egemenliğinde değil, bir arada yaşama esasına dayalı bir hayat içerisinde mümkün olmaktadır.
Bu sebeple, bölgede atılan her adımı büyük bir önemle takip ediyoruz. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde hükümet kurma faaliyetlerinin hızlı bir şekilde tamamlanmasını umuyoruz. Kürt halkı, Ortadoğu’daki senaryoların merkezinde yer alıyor ve bu nedenle Bölgesel Hükümet’in kurulup işlevsel hale gelmesi hayati öneme sahiptir. Tüm bölge halkları için kalıcı barış ve çözüm adına atılacak demokratik adımlar, güçlü bir zemin oluşturabilir. Farklılıkların barış içerisinde yaşanabileceği bir “demokratik ulus” fikri, Ortadoğu’daki etnik ve mezhepsel gerginliklerin sona ermesine katkı sağlayabilir. Bu inançla hareket ediyor, mücadelemizi kararlılıkla sürdürmeye devam ediyoruz.
7 Ekim, 22 Ekim, 27 Şubat ve 12 Mayıs gibi tarihler, Türkiye’nin stratejik dönüşümünü simgeler. 7 Ekim’de başlayan İsrail-Hamas çatışması, jeopolitik fay hatlarını harekete geçirmiş durumda. Ortadoğu’da bir taşın yerinden oynatılması, tüm oyunların değişmesine neden olabilir. Bu taş, 7 Ekim’de atıldı. Türkiye başta olmak üzere, bölgede bulunan ülkeler yeni gerçekliklerine göre pozisyon alıyor.
Ortadoğu gibi, Türkiye de bir geçiş aşamasındadır. Türkiye, geçmişin korkularından sıyrılarak bu zorlu süreci başarıyla aşabilir. Bahçeli’nin 22 Ekim açıklaması, Ankara’daki bölgesel fırtınanın ilk yansımalarından birisidir. Sayın Öcalan’ın 27 Şubat’taki çağrısı, stratejik dönüşüm sürecinin dönüm noktası olmuştur. 12 Mayıs’ta kamuoyuna duyurulan kongre kararlarıyla birlikte, Türkiye ve PKK yeni bir pozisyon almaktadır.
Bu keskin takvim, Türkiye’nin hem Ortadoğu’daki olumsuz durumlardan uzak durmasını hem de iç barışını yeniden tesis etmesini sağlayabilir. İbn Haldun’un tarih anlayışına göre: “Toplumlar aklını ve iradesini kullanarak tarihlerini yazar; kader ise bu seçimlerin sonucudur.”
22 Ekim, 27 Şubat ve 12 Mayıs ise, kaderimizi üstlendiğimiz ve tarihimizi yazdığımız önemli günlerdir. Artık kararların ve sözlerin bu topraklarda şekilleneceği zaman gelmiştir. Bu tarihler, kendi kaderini yazmanın dönüm noktalarıdır.
Bölgedeki değişen dengeler, eski anlayışları geçersiz kılmakta ve yeni çözüm arayışlarını ortaya çıkarmaktadır. Devletlerin ve devlet dışı aktörlerin mutlaka dönüşmesi gerekmektedir. Bölgede bulunan ideolojiler, örgütler ve siyasi yapılar—hepsi değişim geçirmelidir. Dönüşmeyen, yola devam edemez; yolda kalan ise yönünü kaybeder.
Artık kimse sadece taktik oyunlarla ve oyalamalarla süreci yürütme şansına sahip değildir. Yüzyıllık geçmişin yükü omuzlarımızda; yüzyıllık geleceği inşa etme sorumluluğuysa bizlerin üzerindedir.
Bölge yeniden şekillendirilirken, Türkiye’nin stratejisinin de yenilikçi bir çerçeveyle ortaya çıkması gerekmektedir. Bu strateji, Türk-Kürt ilişkilerinin demokratik bir zemin üzerinde inşa edilmesi ile güçlenmelidir. Demokrasi bu toprakların kalbinde yankı bulmalı, barış da yaşamın itici gücü olmalıdır! Allah’ın izniyle, birlikte nefes alacak ve güçlü olacağız!”
Ayrıntılar yakında…
“`