Gülnihal Özdener
Boyunlarda ve bileklerde 108 boncuklu tespihler; ayaklarda, sırtlarda Sanskrit “OM” (ॐ) hecesinin dövmeleri; turunculu sarılı, Hindu veya Buddhist tarzı entariler; dillerde selam sözü “namaste”, tanrı Şiva’ya ve Krişna’ya zikirler… Bu örnekleri vermemin amacı bir yargılama alanı yaratmak değil. Aksine, eğer ki yoga ile ilgilenen kişiler gerçekten bu kültüre ve (kimi açıdan) dinî felsefeye bir şekilde gönül vermişse, sembollerini ve uygulamalarını köklerine uygun bir şekilde benimseyip üzerinde taşıyorsa, bu durum teknik olarak bir sorun teşkil etmiyor. Ancak maalesef ki büyük çoğunluk, yoganın özünde ne olduğunu tam bir şekilde kavramadan, tüm bunları kulaktan dolma bilgi ile gerçekleştiriyor; Hint alt kıtasının tarihî ve felsefi birikiminin büyük bir parçası sayılabilen yoganın, karşıt kültür akımı içerisinde erozyona uğramasına sebep oluyor.
KÜLTÜR YAĞMACILIĞI
Sömürüye dayalı iş gücüyle Asya kıtasında üretilen, mandala desenli yoga matları ve süslü yoga kıyafetleri… Sadece duruşlara indirgenmiş yoganın sosyal medyada fetişizm boyutunda sergilenmesi… Eğitimler için hiçbir ön eleme koşulu olmadan para alıp sertifika dağıtan yoga okulları ile felsefi yoga metinleriyle zihinleri bulandırılan yoga öğrencileri… Ve hepsinin akabinde anlam kaybına uğrayan ve metalaştırılan bir kültürel miras.
Kültür yağmacılığı denilen kavram, günümüzdeki yoga uygulamalarının işleyiş tarzına büyük ölçüde uyuyor. Sömürgeci düzen içerisinde gözlemlenen bu durum, baskın ve hatta baskıcı bir toplumsal grubun, bastırılmış bir topluluğa ait kültürel, dinî, felsefi uygulamalarını alıp taklit etmesine deniyor. Taklit edilen bu unsurlar kendi bağlamlarından koparılarak günümüz koşulları altında bir satış ürünü haline getiriliyor.
Yoga, Hint alt kıtasından çıkıp çeşitli yakın coğrafyalarda değişerek yayıldı. Ama bugün özellikle sosyal medyada ağırlıklı olarak Hint kökenliler tarafından temsil edilmiyor. “En meşhur yoga eğitmenleri” ABD, Kanada, Birleşik Krallık gibi ülkelerin beyaz vatandaşları. Kendileri büyük ihtimalle yogayı bir kültürel unsur olarak temsil ederken bunu takdir duygusu içerisinde yapıyorlar. Ancak bu durum, Hindistan’ın bir Avrupa sömürgesi olarak geçirdiği asırları ve nesillerin maruz kaldığı ırkçılığı telafi etmiyor.
TÜKETTİKÇE YOGA
Yoga kelimesi, insanların aklında eğer komedi malzemesi boyutunda izlenimler yaratıyorsa yağmacılık yerini bulmuş olabilir. Oysaki yoga, uyum sağlama yetisi oldukça yüksek, yüzyılların getirdiği çağ değişimine ayak uydurabilmiş, çeşitli coğrafyalarda hayatta kalmış ve 2500 senelik metinleri bugün okunduğunda halen insanlığa fayda sağlayan bir sistem. Ancak bu sistemin kapitalist bir sömürge malzemesi haline gelmesi ciddi bir sorun.
Aksesuar niyetine kolye ve bileklik şeklinde kullanılan 108 boncuklu tespihler yoga stüdyolarında satışa çıkarılıyor. Ancak esasen bu tespihler belirli tanrı isimlerini ya da mantraları (kutsal sözler) 108 defa tekrar etmek (japa) için kullanılan dinî bir unsur. Sanskrit kökenli “OM” hecesi kutsaldır. Hint alt kıtasındaki dinî uygulamaların büyük bir kısmında söylenir ve bu inançlara ait metinlerde kutsallığı açıkça ifade edilir. Bu hecenin bir dövme halinde bedenin herhangi bir yerine işlenmesi kültür yağmacılığına bir başka örnektir. Zira OM hecesinin manevi telif hakkına sahip halklar için kutsal olan bir sözün, kirlenmeye meyilli bir bedende kalıcı bir şekilde bulunması uygunsuzdur.
Günümüzde yoga, milyarlarca dolarlık bir tüketim endüstrisi. Yoganın dersi, eğitimi, tatili, inzivası, kıyafeti, matları, blokları, kemerleri, şarkıları, konserleri, dövmeleri, tütsüsü… her şeyi çeşitli markalar altında, farklı seçeneklerle bulmak mümkün. Türkiye’de bile 10 sene öncesiyle kıyaslandığında oldukça ciddi bir yoga pazarı var. Her geçen gün onlarca yeni insan yoga ile tanışıyor. Yogayı öğrendikleri kaynağa göre bir şekilde yoganın tüketim çarkına farklı oranlarda dahil oluyorlar. Oysaki yoga tüketmek için değil, tükenmek içindi.
ÖYLE YOGİ OLUNMAZ
Yoganın uygulayıcısı anlamına gelen “yogi” kelimesi felsefi ve dinî bir statüyü ifade eder. Gerçek anlamıyla bir yogi, toplumdan ve gözden uzak bir hayat sürer. Ailesi, mal varlığı veya dünyevi hayata bağlılığı yoktur. Duyusal zevklerden vazgeçmiştir. Cildini güzelleştirmek için yoga yapmaz, mesela. Yoginin ilahî bir amacı vardır; bu hayat yogi için engeldir ve bunu aşması gerekir. Yoginin bu hayattaki her günü çile ile geçer; bu yüzden dünyeviyattan el etek çekmek durumundadır. Yoginin yoga kıyafetleri yoktur, bulunduğu coğrafi koşullara göre büyüklüğü değişen bez parçalarıyla örtünür. Kimi yogi ise çıplaktır. Cinsellikten uzaktır, ama bunu her fırsatta birilerine anlatmak için yanıp tutuşmaz. Yogi, tanrısına ulaşmaktan başka bir gaye taşımaz.
Dolayısıyla yoga yapan ve kapitalist tüketim çarkında yeşeren sıradan insanların kendilerini “yogi” olarak adlandırmaları kültür yağmacılığıdır. Her gün sosyal medya algoritması için yaşayan, sürekli görünür halde kalmak için içerik üreten, tüketim ürünlerinin reklam yüzü olan, tabiri caizse hayatı gösteriyle geçen bir yoga uygulayıcısı yogi sayılabilir mi?